top of page

Dilbert İlkesi

Washington Post gazetesince yüzyılın en iyi yönetim kitabı olarak adlandırılan Dilbert İlkesi 1996 yılında basılmış ve 40 haftadan fazla bir süre en çok satan kitaplar listelerinde tepelerde yer almıştır. İlk olarak 22 Mayıs 1995 yılında Wall Street Journal’da makale olarak yayınlanan Dilbert İlkesi, Scott Adams tarafından Peter İlkesini tamamlayan, hatta onun yerine geçen bir ilke olarak ortaya atılmıştır.


En basit tanımıyla, çalışanlar arasında en beceriksiz olanlar, organizasyona en az zarar verebilecekleri konuma, yani yönetime getirilirler.

 

Scott Adams, 10 yıl Dilbert’i çizdikten sonra, iş yaşamıyla ilgili kurgudan daha tuhaf hikayeler duymuş. Mesela, bir şirket, çalışanlarına iş seyahatlerinde daha rahat çalışabilmeleri için dizüstü bilgisayarlar almış ancak aynı yönetim çalınmaların önüne geçebilmek için, şirket içinde laptopları masaya monte etmiş. Başka bir örnekte de, şirket, çalışanların operasyonların daha iyi işlemesine yönelik önerilerini görmezden gelir fakat şirket başkanı, çalışanların önerilerini duymak isteyen bir sorun çözme danışmanıyla anlaşma yapmış. Danışman çalışanların önerilerini başkana sunmuş ve bu önerilerin hızlı bir şekilde uygulamaya konmasını tavsiye etmiş.


Scott Adams, ekonomi mezunu. Lisans bölümünden mezun olduktan sonra, San Fransisco’da ulusal bir bankada 7 yıl çalışmış, ardından 6 yıl da bir telefon şirketinde çalışmış. 1986 yılında, kurumsal şirketlerde yükselebilmek amacıyla, akşam derslerine giderek Berkeley üniversitesinde yüksek lisans yapmış. Ancak yükselme yolunda ilerlerken garip bir şey olmuş. 1980’lerin sonunda,  isimsiz bir teknoloji şirketinde çalışan, hücre gibi bir iş yerine sıkışmış, Dilbert adında, zeki ancak oldukça şapşal bir mühendisi zihninde canlandırır. Dilbert ve arkadaşları, körü körüne muhasebe, insan zulmü kaynakları, pazarlama hiçliği, kaprisli bilgisiz yönetim ve hepsinin ötesinde isimsiz sivri saçlı bir patron tarafından eziyet görmektedirler. Sonuçta Adams, bir “anti-yönetim” gurusu olarak görülmüş. Ancak Dilbert o kadar ilgi görmüş ki dünya çapında 2000 gazetede yayınlanmaya başlamış.


Scott Adams, anti-yönetim gurusu etiketinin yanlış olduğunu düşünüyor. Hali hazırda kendisine ait 2 restoranı var ve kendisi de bir yönetici. Çünkü Dilbert, sıklıkla müdürler ve çalışanları arasındaki ilişkileri gülünç ilişkileri yansıtıyor.


Yüksek lisans eğitiminin Dilbert’in başarılı olması konusunda çok önemli olduğunu söylüyor. Çünkü 1993 yılında, Dilbert karikatürünün olduğu şeride e-mail adresini koymuş ve bunu yapan ilk insanlardan bir tanesiymiş. Bu hareketin yüksek lisansta öğrendiği üzere, bir iş modeli olduğunu, insanların geri bildirimlerini almak istediğini belirtiyor ve bu sayede insanlar karikatürde neyi sevip neyi sevmediklerini bildirebilmişler. İlk zamanlar Dilbert pek ofis içinde değilmiş. Genelde evde ya da dışarıda bir şeyler yapıyormuş. Okuyucular, Dilbert’in ofiste olmasının daha iyi olacağını söyleyince, bir ofis ortamı yaratmış. Başka bir örnekte de Dilbert’in dışarıda yürürken karşısına çıkan Catbert öyle sevilmiş ki, onu da alıp, insan kaynakları müdürü olarak ofis karakteri yapmış.


Bankadaki işinden neden istifa ettiği sorulduğunda, şu yanıtı veriyor; eğer Harvard’dan yüksek lisansınız olursa yükselmek için bir şansınız vardır ancak, Berkeley’den yüksek lisansınız varsa sadece kadınlara ve bazı azınlıklara karşı daha fazla şansınız olur yani neredeyse hiç şansınız yok demektir. Yöneticileri, iki tane adil olmayan seçim arasında kalmışlar ve bu noktada üzülen taraf Adams olmuş. Bu olayı şöyle tarif ediyor; San Francisco’da, tüm park yerleri doluyken, park yeri aramaya benziyor. Çoğu zaman, park alanında yeterince dolanırsanız sizin için bir park alanının boşaldığını göreceksiniz. Böyle bir durum benim için mümkün görünmüyordu çünkü ben otobüs kullanıyordum ve sığamazdım.


Dilbert’i ilk çizmeye başladığında, kendi iş ortamına çok benzeyen bir ortamda çalışan, komik bir adamı çizmeye çalışmış. Okuyucular, çalışanların zeki, patronların ise aptal olduğu bir ortam görüyorlarmış. Sonra kendisi de dahil herkesin aptal olduğunu düşünmüş. Çünkü ticaret böyle değildir. Çok basit bir matematik hesabı yapmış; her patronun 10 çalışanı vardır. Tek bir patrona mı satış yapmak istersiniz yoksa 10 çalışana mı? Tabii ki 10 çalışanı tercih etmiş. Ve bu çerçevede Dilbert Prensiplerini yazmış. Çoğu durumda en az yetkin ve en az zeki olan terfi ettirilir, çünkü asıl iş yapmak istemediğiniz insanlar onlardır. Mesela insanlara donat sipariş etmelerini söylüyorsun sonra da işlerini yapmadıkları için onlara bağırıyorsun. Kalp cerrahları ve bilgisayar programcıları yönetimde değildir. İşletme bölümleri size bir işletmeyi nasıl yöneteceğinizi söyleyebilir ama insanları nasıl yönettiğinizi söylemezler diyor. İşletme eğitiminin sizi daha akıllı yaptığın, her şeyi anlamanızı sağladığını, size iş yapmanın maliyetini öğreteceğini ve pazarlama ve müşteriler hakkında bilgi vereceğini ama hoşnutsuz bir çalışan ile nasıl baş edeceğinizin öğretilmediğini belirtiyor.


Yüksek lisans dışında aldığı en önemli eğitimin hipnoz ile ilgili olduğunu söylüyor. Çünkü, hipnoz, iş hayatında ikna gücünün kullanılmasının, daha güçlü bir versiyonu olduğunu düşünüyor; satış bir iknadır, pazarlama bir iknadır, hatta her toplantının ana merkezi ikna üzerinedir.


Diğer önemli konunun ise tasarım olduğunu belirtiyor. Web sitesi tasarımı, restoranlarının tasarımı, logo tasarımı, belge tasarımı vesaire vesaire.

Liderliğin tüm amacı, insanlara kendi başlarına yapmak istemedikleri şeyleri yaptırmaktır. Yöneticiler, kendileri ve hissedarlar gibi ilgili üçüncü şahıslar için çalışmak zorundadır. Bu nedenle, çalışanlar, kaçınılmaz bir şekilde, yönetimi, onların çıkarları için çalışır olarak göremezler. Bu yüzden, liderlik, insanları bir şekilde mutsuz eder. Yani yönetici olamazsınız, etkili olamazsınız ve kötü olamazsınız. Yöneticilerin kötü olmadığı zamanlar vardır. Eğer bir yöneticiyseniz, pazarda alışılmışın dışında bir gelişme olduğu esnada bu yanılsamaya kapılabilirsiniz. Kendinizi en parlak günlerinde Cisco veya Apple Computers'ın başı olarak buluyorsunuz ve birden bire zeki ve nazik görünüyorsunuz. Çalışanlarınıza iyi davranıyorsunuz ve para kazandırıyorsunuz, bu yüzden yapabilirken her ikisini de yapıyorsunuz. Ama bu pazarın tepetaklak olmasıyla birlikte tersine dönen bir illüzyondur. Sektörde her şey doğru zamanda doğru yerde olmakla ilgilidir. Bunun yönetim becerilerinizle bir ilgisi yoktur.

Bence iş hayatında acı ve hayal kırıklığına neden olan her şey, kötü insanların değişmesini bekleme sorunundan kaynaklanır. Çalışanlar arasında en aptalından ve en yararsızından kurtulmak, muhteşem bir sosyal mühendisliktir. Bunu yaptıktan sonra, muazzam şeyleri yanlış yapma yeteneğine sahip olursun, ama yine de her şeyin yoluna girmesini sağlarsınız.


Gerçekte, mevcut “işveren-çalışan” modeli problemdir. Her zaman bazı insanları mutsuz olmaya zorlar. Her şeyi daha iyi yapan tek şey, çalışan teşvikleri ve serbest çalışmakla ilgilidir. Birincisi, kendilerini, çalışanların işletmenin belirli bir yüzdesine sahip olacak şekilde yapılandıran işletmeler daha verimli çalışanlar yaratır. Hisse senedine sahip bir çalışanım var kendi şirketimde, bu yüzden işleri doğru yapıp yapmadığını asla merak etmeme gerek yok, çünkü eğer yetenekliyse (ve yapıyorsa), ikimiz için de iyi şeyler yapıyor olacağı açıktır. İkincisi, özgür eylem, insanlara seçenekler verir. İnsanlar seçimleri olduğunda mutlu olurlar ve herkes farklı bir seçim yapar.


Çoğu insan hayatın ve işin Las Vegas gibi olduğunu düşünür. Oraya gidip kumar oynamaya devam ederseniz, parasız kalırsınız. Ama bu doğru değildir. Hayat ve iş aslında tam tersi işler çünkü zamanınızı ve umutlarınızı içerirler. Kapitalist sistem her kazanan için dokuz başarısızlığa izin verir, bu nedenle ya birkaç kez başarısız olacak insanlardan birisiniz ve bırakırsınız, ya da denemeye ve kazanmaya devam eden birkaç kişiden biri olursunuz. Bırakan herkes bırakmayıp devam etseydi, benim "Dilbert" ile olduğum kadar başarılı olurdu. Ama yapmadılar.

 
 
 

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


bottom of page